30 Aralık 2010 Perşembe

Yılanlı bağın üzümü

Rivayet bu ya, padişahın oğlu tebdil-i kıyafet halkın arasına karışmayı pek sever, zaman zaman atına atlayıp hükümdarlığın en ücra köşelerini ziyaret edermiş. Bir gün yolu Tekirdağ Şarköy yakınlarındaki Kızılcaterzi Köyü’ne düşmüş. Konuksever köylüler, bu genç yabancıya ikramda kusur etmemişler. Kuzular çevrilmiş, pilavlar yapılmış. Yanında da bir içecek vermişler. Genç şehzade ilk yudumu aldıktan sonra sormuş;

-    Ben ömrümde böyle güzel bir içki içmedim. Bu nedir ağalar?

Köylüler, içtiği içkinin rakı olduğunu, bu içkiyi kendi bağlarından topladıkları üzümle yaptıklarını söylemişler. Genç şehzade bir bardak daha isteyince, köyün reisi içini çekmiş;

-    Keşke olsa bir bardak daha… Bu elimizdeki son idi. O da sen misafir olduğun için sana ayırdık.

Şehzade şaşırmış, köylülere neden daha fazla yapmadıklarını sormuş. Reis anlatmaya başlamış. “Dinle genç adam…” demiş ve devam etmiş: “Bir zamanlar, bizim köyün bağından topladığımız üzümlerden yapılan rakının tadı dillere destandı. Lakin bir yılan dadandı ki bağa, sorma gitsin. Kim bağa üzüm toplamaya giderse sokuyor, üzüm toplamamıza izin vermiyor.”

“Ben” demiş genç adam kılıcının kabzasına yapışarak, “Bu yılanı öldürürüm…” Köylüler, “Amman yapma, etme…” demişler ama nafile… Şehzade, atına atladığı gibi bağda almış soluğu… “Aha, burası yuvasıdır…” diye köylüler, yılanın uyuduğu deliği göstermişler. Şehzade, elinde kılıcı kükremiş; “Çık dışarı bre yılan” diye. Tıss yok… Allem etmiş, kallem etmiş, yılan deliğinden çıkmıyor. Aklına bir fikir gelmiş, yılanın deliğine doğru tatlı tatlı konuşmaya başlamış. “Yedi diyar aştım geldim, senin güzelliğini görmeye, sen ki yılanların şahısın, şahmeranısın, göster bana güzelliğini…” diye usulca fısıldamış. Yılan bütün azametiyle delikten ağır ağır sürüne sürüne çıkmış.

Elindeki kılıcı tam kafasına indirecekken, yılan hızla kaçmaya başlamış. Bu duruma hem köylüler, hem de şehzade çok şaşırmış. Genç adam kılıcını savurdukça yılan kaçıyor, ama asla geri saldırmıyormuş. Yılan önde, şehzade arkada ta deniz kenarına kadar gelmişler. Yılan sıkışmasına rağmen, şehzadeye saldırmamış ve kendini denize atmış.

Birden şehzadenin içine bir garip his doğmuş, “Herkesi sokan bu yılan, onu öldürmeye çalıştığım halde bana saldırmadı. Hem çok da güzel bir yılan.” diye düşünerek, yılanın peşinden denize atladığı gibi ona sımsıkı sarılarak soğuktan donmasını engellemeye çalışmış. Meğer bu yılan kötü kalpli bir cadı tarafından büyülenmiş bir sultan değil miymiş? Şayet, yılan olduğu halde, bir insanoğlu ona sarılırsa büyü bozulacakmış. Büyü bozulmuş ve şehzade, sultana âşık olmuş. 40 gün 40 gece düğün dernek kurulmuş, köylüler o güzel bağın üzümlerinden bol bol rakı yapmışlar.

Kıssadan hisse… Tekirdağ Rakısı’nın lezzeti hala o bağın üzümünden gelir.

Şehzade’nin yılanı tatlı sözlerle yuvasından çıkardığını görenler, “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır”, denizden sarılarak çıkardığını görenler ise “Denize düşen yılana sarılır” demişler… Bu sözler de tıpkı o lezzet gibi ta bugünlere kadar gelmiş…