12 Aralık 2009 Cumartesi

Youtube'ta hiç mi suç yok!


Hoca’nın meşhur fıkrasıdır bilirsiniz. Bir gün Nasreddin Hoca’nın eşeği çalınır. O da can sıkıntısıyla kasabaya iner. Durumu kime anlattıysa, “Ya hoca efendi sen de ahırın kapısına sağlam bir kilit takaydın” , “Hoca hoca! Evine hırsız giriyor sen uyuyorsun, bu ne uykusudur?” gibi tepkilerle karşılaşır. Keyfi iyice kaçınca eve döner. Evde karısı başlar bu kez, “Hoca Efendi kaç kere söyledim, bizim ahır dökülüyor diye… Bu ahırdan tabii çalarlar eşeği…” Hoca, fırlar ayağa ve gürler: “Eh be kadın!” der, “Bu hırsızda hiç mi suç yok!”

Son zamanlarda gerek Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, gerekse BTK Başkanı Tayfun Acarer, katıldıkları toplantılarda Youtube’u gündeme getiriyorlar ve mutlaka bir iki söz söylüyorlar. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak ülkemizde yaygın bir yaklaşım olduğundan, öncelikle bu durumla ilgili çok yoğun eleştiri alan BTK Başkanı Tayfun Acarer’e kulak vermek gerekiyor. Acarer, kurum olarak Youtube’un kapanmasıyla bir ilgileri olmadığının altını çiziyor ve şunları söylüyor: “Youtube, 5651 sayılı İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun gereği değil, 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanunu gereği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız mahkemelerinden birinin kararıyla kapatılmıştır. Daha sırada bekleyen 31 karar daha vardır. Konu tamamen bizim dışımızdadır.”

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Youtube yetkilileriyle üç kez bir araya gelmiş, konu tekrar tekrar müzakere edilmiş. Hatta son toplantı yaklaşık iki saat sürmüş. Düşünün, Türkiye Cumhuriyeti’nin kapsamı belki de en geniş bakanlığı o kadar iş arasında bu meseleye bu kadar zaman ayırıyor. Peki, bu tolerans, bu jest nasıl karşılık buluyor? Youtube yetkilileri, “Kusura bakmayın. Biz ifade özgürlüğüne önem veriyoruz. Kullanıcıların videolarına müdahale edemeyiz.” diyorlar.

Külliyen yalan… Çünkü bize “ifade özgürlüğü” kartı oynayan Youtube, Çin yasaklama düğmesine basınca ne yapacağını gayet iyi biliyor. Tabii, Çin büyük pazar… Kolay mı kaybetmek? Türkiye mi? Canım, AB kapısında bekleyen bir ülke. “Yasakçı” gibi gösterilmesinde yarar var, hem Youtube’un da reklamı oluyor, fena mı? Hem nasıl olsa, içeride ülkemizden önce Youtube’un çıkarlarını da düşünenler varken…

İfade özgürlüğü mü? Şüphesiz evet… Peki, ifade özgürlüğü size ırkçı, şiddet içeren, pornografik malzemeleri Youtube’da yayınlama izni veriyor mu? Hayır… Böyle görüntüleri Youtube’da göremezsiniz. Peki ya her toplumun kendi hassas değerleri… İnanca bağlı değerler, milli değerler, bunlara dokunmak serbest mi? Amerika’da bayrak yakılıyorsa, bu onların sorunu, bizde bayrak kutsaldır… Danimarka’da insanlar kendi dini inançları ile ilgili karikatürlere tolerans gösteriyorlarsa, bu onların meselesi… Ama bizde öyle değil… Biz onların hassasiyetlerine saygı gösterirken, onlardan da aynı duyarlılığı beklememiz evrensel etik değerler gereği…

Bence biraz da bu açıdan bakmalı… Hocanın fıkrasında olduğu gibi…

Youtube’ta hiç mi suç yok!

29 Ekim 2009 Perşembe

29 Ekim’i kutlamak...

Cumhuriyetimizin kuruluşunu yeterince coşkulu ve yeterli bir şekilde kutladığımıza inanmıyorum. Oysa ne zor elde etmişiz biz o cumhuriyeti. Ne ocaklar sönmüş, ne facialar yaşanmış, yüzbinlerin kanı dökülmüş o cumhuriyet için... Aradan geçmiş 86 koca yıl... Ve biz her sene, adeta bir demirperde ülkesi hassasiyetinde kutlamışız cumhuriyeti. Sanki, cumhuriyet sanki devletinmiş gibi bile devlet asıkyüzlülüğü ile...

Oysa cumhuriyet bir karnaval, eğlence, coşku ismen değil cismen de bayram olmalı... Hep beraber sokaklara dökülüp bayram yapmalıyız... Özel gösteriler, şovlar hazırlanmalı eğlenmeliyiz yahu. Bakıyorum, şurada tarihi 200 küsur yıllık Amerika’da o çakma özgürlük günü olan 4 Temmuz, 72 milletten insanın “Amerikalı”laştırıldığı o ortamda ne güzel kutlanıyor. Havai fişekler atılıyor, halka dönük resmi geçitler yapılıyor.

Ya bizde... Hükümet ve askeri erkanın hamasi konuşmaları, birkaç ilkokul çocuğunun şiiri, Anıtkabir’i ziyaret. Hep aynı... Resmi, soğuk... Sanki zoraki yapılıyormuşcasına. Suç sadece onlarda mı? Hayır... Elbette ki, bizlerde... Buna razı olmuşuz biz. Cumhuriyet Bayramı, haftasonu bir yerlere kaçmak için iyi bir bahane olmuş bizlere...

Ha, bu yazdıklarımın bugünkü iktidarla hiçbir ilgisi yok. Daha önceki iktidarlarda da durum aynıydı hep. Birileri çıkmalı ve cumhuriyet ateşini yeniden harlatmalı... Kendimize sorup tekrar hatırlamalıyız cumhuriyeti... Ve ona yakışır şekilde kutlamalıyız... Milletçe... Coşkuyla... Eğlenerek...

8 Eylül 2009 Salı

Günün fıkrası: Temel askerde

Temel, askere gitmiş, Yunanistan sınırına tayini çıkmış. Bir gün sınırda nöbet tutarken canı sıkılınca karşı tarafta nöbet tutan Yunan askerine bir ıslık çalmış, elleriyle gökyüzünü gostererek "havacı mısın?" işareti yapmış. Yunanlı görmezden gelmiş. Biraz sonra "denizci misin?" anlamında yüzme işareti yapmış. Yunan askeri yine aldırmamış. Bir ıslık daha çalmış "topçu musun?" anlamında isaretler yapmış. Yunan oralı bile olmamış. Bir ıslık daha... "Gözcü müsün?" anlamında elleriyle dürbün işareti yapmış. Yunan askeri sırtını dönmüş. Birkaç gün sonra Yunan askere yine aynı yerde nöbet sırası gelmiş ama asker bir türlü nöbet yerine gitmiyor. "Olm git tut nöbetini askerliğini yakacaksın" demişler Yunanlı "gitmem de gitmem!" diyor. Sormuşlar "Niye gitmiyorsun, ne oldu?"... Dökülmüş Yunanlı, "Orada çılgın Türk'ün biri var. Bana 'HAVA KARARINCA YÜZEREK GELECEĞİM, SANA BİR KOYACAĞIM, GÖZLERIN YUVALARINDAN FIRLAYACAK' diyor!.."

7 Eylül 2009 Pazartesi

18 Mayıs 1919 - Mustafa Kemal, Samsun'a gitmeden önce...

- Yav bırak Mustafa abi yaa, sen mi kurtarıcan memleketi Allah aşkına!

- Ama işgal zırhlıları...

- Boşver şimdi sen işgal zırhlılarını filan... Gün gelir, memleketin malını mülkünü tapusuyla İngiliz'e satar bunlar.

- Yok canım!

- Yeminle söylüyorum, İngiliz vatandaşı bakan bile getirip koyarlarsa şaşma.

- Ama ahval ve şerait...

- Güzel abim yaranamazsın. .. Bak şimdi binicez bu dandik gemiye, taaa Samsun'a gidicez, savaş, boğuş, kendimizi paralayacağız, diyelim becerdik, devrim mevrim, anlata anlata dilinde tüy bitecek, sonra sen kahırdan ölücen, önce biraz ağlıycaklar, sonra gene "Son Osmanlı Padişahı" diye pankart açacaklar, mezarında dönücen.

- Saltanat kalsın diyosun yani...

- Alışmadık kıçta don durmaz abi, egemenlik megemenlik vereceğine, iki çuval kömür ver, daha iyi... Aha buraya yazıyorum, açlıktan nefesleri kokarken padişahlarına saltanat uçakları alırlar, bu gemiyi de jilet yaparlar, söylemedi deme.

- Efkárlandım be...

- Yakma o cigarayı gözünü seveyim, yarın öbür gün belgesel yaparlar, keş gibi gösterirler seni haberin olsun.

- Hal çaresi nedir peki?

- Al padişahın kızını, yırtalım.

- Millet ne olacak?

- Onlar da ulemaya sorsun artık ne olacaklarını, bize ne, kendi düşen ağlamaz.

- Laik olmasınlar mı, birey olmasınlar mı, kendi lisanları olmasın mı, şıhlara şeyhlere mi bırakalım kaderlerini?

- Bak ne güzel söylüyorsun, kader der geçerler, takalım takkemizi bakalım dalgamıza, iş çıkarma başımıza...

- İyi de, yazık olmaz mı?

- Asıl bu yaptığını yaparsan yazık olur... Bazıları sana inanacak, etkilenecek, senin fikirlerini yaşatmaya kalkacak, hayatları kayacak, evleri basılacak, içeri tıkılacaklar, kimine saçını örtmediği için fahişe diyecekler, kimine milletin malını Arap'a satmayın dediği için komünist diyecekler, kimine Ne Mutlu Türküm Diyene dediği için faşist diyecekler, darbeci diyecekler.. . Yorma ahaliyi, kula kulluk edelim, rahat edelim.

- Yok arkadaş, ben bi deniycem.

- E sen bilirsin gari .

(Sevdiğim bir arkadaşım göndermiş, mizah adına paylaşmak istedim)

Turkcell usulü "kürt açılımı"...

Turkcell, 3G'ye yaptığı yatırımların meyvesini toplamak için ülkenin en büyük reklam kampanyalarından birini yürütüyor. Son reklamların en önemli yıldızı ise NBA'deki temsilcimiz, milli basketbol oyuncumuz Hidayet Türkoğlu... İlk reklam serisinde "Uzayda yürümek varken dünyada koşmak niye?" diye soran Hido, yeni seride Nuri karakteriyle birlikte oynuyor. Nuri, muhtemelen salonda çalışan bir müstahdem, ya da malzemeci vs. türünden bir karakter. Belirgin bir doğu şivesi var. Yani, "kürt" olma ihtimali son derece yüksek bir vatandaşımız. Şimdi, "Her doğu şivesine sahip olanın kürt mü olması gerekiyor? Ne ilgisi var?" diye sorabilirsiniz. Haklısınız. Ben de size, "İlla doğu şivesiyle konuşan biri mi olması gerekiyordu? Niye laz değil? Lazlar yeterince komik değil mi?" diye sorarım. Bence, Turkcell gündemi güzel yakalamış ve iyi bir kokteyl yaratmış. Bu tür etnik kokteylleri Hollywood da sıkça yapar. Beyaz oyuncunun yanına, ya siyahi, ya da bir uzakdoğu kökenli bir oyuncu eklenerek daha geniş bir kitleye ulaşılır. Nuri'nin kimliğinde doğumyeri olarak neresi yazıyor bilmiyorum ama muhtemelen Diyarbakır olmalıdır diye düşünüyor, Turkcell usülü "kürt açılımı"nın arkasındaki zihniyeti kutluyorum.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Günün fıkrası: Seni asla unutmayacağız!

İki komşu kadın hafta sonu kocaları olmadan yemeğe çıkmışlar.

Yemekten sonra bara falan derken sabaha doğru körkütük sarhoş eve yürümeye başlamışlar.

Birden sıkıştıklarını farketmişler ama etrafta tuvalet falan bulamamışlar. Bir mezarlığın yanından geçerken biri

- Hadi şurada yapalım kimse görmeden!..

Başka çare de yok, korka korka girip bir kenarda işlerini bitirmişler.

Temizlenmek için bir şey bulamadıklarından biri külodunu çıkarıp kullanmış atmış, diğeri eve böyle dönemem diye oradaki çelenklerden yere düşmüş bir kağıt bandı alıp kullanmış.

Sabah kocalardan biri uyanıp karısını donsuz olarak sızmış görünce telefona sarılıp öbür kocayı aramış:

- Oğlum bu karılar bizi boynuzluyor galiba... Benimki eve sabaha karşı ve donsuz olarak dönmüş iyi mi?...

- Sen gene şükret haline birader, bizimkinin kıçına "seni asla unutmayacağız" diye bir de bant yapıştırmışlar...

28 Ağustos 2009 Cuma

İşte Turkcell ile Vodafone arasındaki fark!

Cep telefonu kullanmaya başlayan ilk 10.000 kişi arasındayım ve Turkcell ile başladım. Hatta 0532 ve 213'le başlayan numaram da hayli allengirlidir. Yine dönemin Motorola, Ericsson ve Siemens gibi popüler telefonları yerine, o zaman adı "gömlek cebi telefonu" olan Nokia ile bu dünyaya adımımı attım. O zamanlar telefonla alo deniyor ve yalnızca "snake" oynanabiliyordu.

Velhasıl kelam, işler arada bir bozulunca benim Turkcell hat borcundan dolayı kapatıldı, icralık olduk, borcu kapattık, hattı açtırdık, tekrar icralık olduk, tekrar açtırdık. Sağolsun, son defa da Turkcell'den bir dostun yardımıyla bir takım bürokratik engelleri aşarak, yaklaşık 15 yıllık hattımıza tekrar kavuştuk.

Ancak Turkcell farkını hemen gösterdi. Genellikle cep telefonunda çok konuşmayı seven biri değilim. Vodafone'da kullandığım tarifede de ödediğim ücret aylık 30 TL'yi geçmez. Yurtdışına çıktığımda da Vodafone'u rahatlıkla kullanırım, tüm iletişim trafiğim de bu hattın üzerinden yürür. Bu ayki faturam da 26 TL civarında...

Nitekim, Turkcell hattını alırken çok konuşmadığımı, bana buna uygun bir tarife vermelerini söyledim. Bana 25 TL'lik bir çözüm sundular. Bu ay Turkcell'i hemen hemen hiç kullanmadım. İnternetten faturayı bir gördüm 52 küsur TL... Şimdi hasretle fatura detaylarını bekliyorum. Bakalım bu para nereye gidiyor?

Şimdi bazı arkadaşlar günün trendlerine uygun olarak diyecekler ki, "Herhalde Vodafone, sana bir takım kıyaklar yapıyor"... İşin komiği Vodafone, Zarakol'a geçtiğinden beri arkadaşlardan basın bülteni bile alamıyorum. Canları sağolsun, mesele değil...

14 Ağustos 2009 Cuma

Lenovo, 6 ThinPad modelinde pil sorunu için geri çağırma yaptı

Lenovo, bir geri çağırma bildirisi yayınlayarak 6 ThinkPad modelindeki pil sorunu için müşterilerini değişime çağırdı. Alınan bilgiye göre piller, "onarılamaz hata" ve "pil şarj işlemi yapamıyor" gibi hata mesajları vererek kullanıcılara sorun yaratıyormuş. Geri çağrılan modeller arasında R60, R61, T60, T61, X60 ve X61 bulunuyor. Lenovo'nun web sitesinde bulunan ücretsiz teşhis aracıyla, siz de bilgisayarınızda pil sorunu olup olmadığını öğrenebilirsiniz. Şu anda bu sorunu kaç müşterinin yaşadığı konusunda bir bilgi yok ama, şanssız biri değilseniz şirket size bedava pil değişimi önerecektir.

Biz büyüdük ve kirlendi dünya...

Ayazpaşa'da, Park Otel'in hemen yanında, yani Hariciye Konağı Sokak'ta yüksek tavanlı, 5 odalı eski ve görkemli bir dairede "merhaba" dedim dünyaya... Evle ilgili ilk hatırladığım şey, muşamba cilasının kokusuydu... O zamanlar marley, mineflo, laminat parke filan yok. Zemin muşamba ile kaplanırdı. Uzunca bir koridoru vardı evin... Annemle birlikte cilalardık muşambaları... Eski bir kumaş parçasını ayaklarımın altında ezerek, twist yapmaya çalışırdım. Bazen annem o kumaş parçasına beni oturtur, koridor boyunca kaydırırdı. Bir yandan eğlenir, bir yandan muşambayı cilalardık. Bu küçük mutlu anlarda bile hep hüznün soğuk gölgesi düşerdi üzerimize... Küçük Dual marka pikabımız hiç susmazdı... Suat Sayın, Gönül Akkor, Esengül, Mine Koşan, Ajda Pekkan, Gönül Yazar... Beşiktaş'ta bir plakçıdan annemin verdiği 2,5 lirayla ilk 45'liğimi aldığımda ne mutlu olmuştum Allahım... Semiramis Pekkan'ın o dönem pek meşhur olan "Olmaz Olmaz Bu İş Olamaz" adlı plağıydı bu. Defalarca dinledim, bıkmadan, usanmadan... Sonra Shocking Blue'dan "Venus"ı ekledim plak arşivime... Yıllar geçti aradan... Birçok şey değişti. Bakıyorum şimdi geriye de, bir şarkının dizeleri geliyor aklıma: "Biz büyüdük ve kirlendi dünya!"

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Tembel adamdan blogger olmaz...

İşim yazı yazmak... Bugüne kadar yazdıklarımı ucu ucuna eklesem birkaç kütüphaneyi doldururum herhalde... Ama anı yazmak, ya da güncel olan şekliyle blogger olmak ayrı bir disiplin istiyor. Buradaki son notu düşeli iki yıldan fazla olmuş. Mayıs 2007'de yaşadığım Brüksel macerasının üzerinden bir Amsterdam, bir Ghent ve bir de İstanbul zirvesi geçti. Kriz olmasa belki de Venedik'te olacaktık. Kimse takip etmiyordur ama en azından tarihe not düşmek adına yazmakta yarar var. Elimden geldiğince yazacağım ben...