11 Mayıs 2007 Cuma

Çek birbuçuk internet kebabı, yoğurtlu olsun...

Mazhar Ağabey'i (Alanson) pek severim. Özellikle Hey Dergisi döneminde MFÖ ile çok yakındık. Hemen hepsi birbirinden ayrı karakterlerdir. Grubun son üyesi "Kınalı Kuzu" Özkan ise bambaşka bir alemdir. Her neyse... Bilmiyorum rastladınız mı televizyonda. Türkiye'de genişbant internetin yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla Lübnanlı Türk Telekom'umuz bir reklam kampanyası düzenlemiş. Mazhar Alanson'un üzerinde repliğinin yazılı olduğu bir tişört, Biricik Suden'in mutfak tezgahının başında kedi gibi dolanıyor. Bu arada Biricik Suden, gerçek hayatta nasıldır bilmiyorum ama "buuuzzz" gibi bir kadın. Ne kadınsı bir sıcaklık, ne işve, ne cilve... Bu arada Mazhar Alanson'un kereviz yemediğini öğreniyoruz ne alakaysa... Sonra "anlayan beri gelsin" cinsinden bir "yahni-kebap" esprisi... Metin yazarını bulup uzun uzun konuşmak gerek... Yani Kayahan'ın, "Seninle herşeye varım" şarkısından galat "Sinbo" reklamı bile bunun yanında "Kristal Elma" adayı olur anlayın... Tabii bu meselenin yalnızca reklam tarafı... Teknik tarafına ise hiç girmemek gerek... Tamam, herkes genişbant internet üyesi olsun da, acaba halihazırda bulunan altyapı, şu andaki üyelere beklenen kalitede hizmet verebiliyor mu? Asıl sorulacak soru bu... Yoksa, çek oradan birbuçuk internet kebabı, hem de yoğurtlusundan...

1 Mayıs 2007 Salı

1 Mayıs... Sarper Özsan ve ben...

80'li yılların başları... Yarım kalan demokrasiye geçtik geçeceğiz... Turgut Sunalp, Necdet Calp ve Turgut Özal adında siyaset sahnesinde tanımadığımız üç adam açıkoturumlarda bir araya geliyor ve tartışıyorlar. Sunalp, eski bir asker ve darbenin başındaki Kenan Evren'in iktidar için işaret ettiği partinin başkanı... Necdet Calp ise bürokrat kökenli bir devlet adamı. Kenan Evren'in izniyle sol tandanslı bir parti kurulmasına imkan verilmiş. Ancak daha açık oturumlar sırasında "Köprüyü sattırmam!" diye çıkışları ve gözündeki tikle dikkat çekerek şansını yitiriyor. O sıralar anayasaya ve dolayısıyla Kenan Evren'in de cumhurbaşkanlığına yüzde 92 gibi bir oy oranıyla"Evet" diyen halkın Sunalp konusunda da aynı tavır içinde olacağı sanılıyor ama kazın ayağı öyle değil... Özal ve ANAP Türkiye'yi "çağ atlatmak" için iktidara geliyor...

Neyse hikayemiz bu değil... Sadece dönemi anlatmak istedim. İşte tam o dönemde Türkiye'nin müziğine, kültürüne, gençliğine ayrı bir yön veren Hey dergisinde muhabir olarak çalışmaya başladım. Doğan Şener Ağabey babamla birlikte gazetecilik yapmış ve ben Marmara Üniversite Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nde 2. sınıfta okuyorum.

Velhasıl kelam... Hulusi Ağabey (Tunca) -geçenlerde bir rahatsızlık geçirmiş, acil şifalar dilerim- beni Sarper Özsan diye birine röportaja yolladı. Tabii hepimiz, Barış Manço, MFÖ, Ajda Pekkan, vs. gibi daha popüler kişilerin haberini yapmak istiyoruz.

Hiç unutmuyorum, Taksim'de La Martine caddesinin orada eski ama son derece şık bir ev, yüksek tavanlı... Sarper Özsan, sakin son derece mütevazı, pozitif elektrik saçan bir adam... İnanın evde duvar saatinin tik taklarını duyuyorsunuz konuşurken... Yanlış hatırlamıyorsam yaptığı bir beste, bir festivalde birinci olmuş. Gitar için yazılmış bir besteydi... Ama ben çıtır ve salak muhabir doğrudürüst bir background araştırması yapmadığım için -taze gazeteciler size ders olsun bu başıma gelen- abidik gubidik sorular soruyorum. Vallahi şimdi bile yüzüm kızarıyor. Neyse röportajı yaptım geldim. Galiba gitar çalmadığı halde, gitar için yaptığı besteyle birinci oldu filan nevinden bir şeyler yazdım. Yanlış da hatırlayabilirim.

Aradan yıllar geçti... Ve ben bir gün Cem Karaca, "1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı" diye müzik setimin bas sınırlarını zorlarken Sarper Özsan'ın bu marşın bestecisi olduğunu, başına türlü türlü haller geldiğini öğrendim. Sarper Özsan, bugün Mimar Sinan Üniversitesi'nde konservatuarda hocalık yapıyormuş. Buradan selam olsun...

İnsanlar niye bu kadar kötü?

Şakayla karışık 40'ını aşalı bir hayli oldu. Eskiden Türk filmlerini filan izlerken, kötü adamların oynadıkları rolü görünce, "Ulen amma da abartmışlar. Yani bu kadar mı kötü olur bir insan?" diye düşünmeden edemezdim. Gerçekten de insanların neden-sonuç ilişkisine bağlı olarak kötü olduklarına inanırdım. Fakat hayat, insanı öyle garip şeylerle karşılaştırıyor ki... Evet arkadaşlar, aramızda bazı insanlar yalnızca kötü olmak adına kötülük yapıyorlar. Belki de kendilerini yalnızca bu biçimde ifade ediyorlar. Kötü deyince gözünüzde siyah beyaz filmlerin Ahmet Tarık Tekçe'sini, Erol Taş'ını, ya da 80'lerin Nuri Alço'sunu canlandırmaya çalışmayın boşuna... Onlar en azından "delikanlı" kötüler... "Biz kötüyüz, mal da ortada" diyorlar. Oysa günümüzün kötüleri en masum, en melek görünümleriyle aramızda dolaşıyorlar. Bazen en iyi arkadaşım dediğiniz insanlar, bazen aileniz, bazen de en çok sevdiğiniz insan... İnsanlar niye bu kadar kötü tanrım?..